Geçtiğimiz hafta sizlerle buluşamadık. Buluşsaydık Atatürkçülüğü konuşacaktık. Çünkü emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı veren Kemalist önderliğin pratiğinden ve Türk Devriminin altı ok programından olabildiğince uzak, hatta bunlarla taban tabana zıt bir Atatürkçülük ortaya çıktı. Yeni değil, on yıllardır böyle. Türkiye’nin Küçük Amerika süreci ve CHP’nin ideolojik dönüşümü ile uyumlu. Gardırop Atatürkçülüğü, Natotürkçülük, tören Atatürkçülüğü, hatıra Atatürkçülüğü, sahte Atatürkçülük adına ne derseniz deyin; zincirlerimizi kırdığımız ve yeniden İstiklal Savaşı verdiğimiz bu dönemde çok daha tehlikeli bir hal almaya başladı.
Atatürkçülüğü antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı özünden koparanlar için Atatürk marştır, slogandır, dildedir, eylemlerinde yoktur. Fotoğraftır, posterdir ancak mücadelenin bayrağı değildir, eylemlerinde yoktur. Yalnızca Erdoğan karşıtlığıdır, programdan yoksundur, savrulmaya açıktır. Bu nedenle sistem, Atatürkçülerimizi rahatlıkla siyasi, ekonomik, kültürel bağımlılığa hizmet eder pozisyona sokabilmektedir. Hâlbuki kendi programına yaslansa; Diyarbakır annelerinin yanında olabilecektir, PKK ve HDP ile uzlaşmayacaktır, FETÖ temizliğine “hem de laiklik adına” karşı çıkmayacaktır, tarikatlarla “muhaliflikte” birleşmeyecektir, Asya çağını yasla karşılamayacaktır, komşularımızla kavgayı kaşımayacaktır, çağın baş çelişmesini kavrayacak mücadeleye atılacaktır, insanımızı aşağılamayı bırakacak millete güvenecektir, kutuplaştırmayacak birleştirecektir…
Atatürk’ün mevzisi bu haftanın epey tartışılan konularından olduğu için daha fazla açmayacağız. Kadın gündemine uzanacağız. Aslında kadın hareketinde Atatürk tartışmaları her zaman güncel. Çarpışan iki gündem ve iki program var. Biri Türkiye’nin kadın gündemi ve devrimci program, diğeri Batı’nın kadın gündemi ve Batı’dan dayatılan program. Batı’dan dayatılan program bir paket halinde ve çürümüşlük üzerimize boca ediliyor. Kazıdıkça daha beteriyle karşılaşıyorsunuz. Neyse, bu kez paketten feminist porno çıktı.
NED ve diğer ABD’li kuruluşlar tarafından fonlandığı kanıtlanan “bağımsız” internet sitesi Bianet’te “Kadının son kullanma tarihi olur mu?” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazı, ev kadınlığından porno dünyasına geçiş yapan Morgana Muses’in cinsel hürriyetine nasıl kavuştuğunu anlatarak Morgana isimli belgeselin reklamını yapıyor. Yazar okuyucudan duygudaşlık kurmasını bekliyor. Hikâyesi şöyle, metindeki cümlelerle kısaltarak aktarıyorum: Avustralya’nın kırsalında oğlan arkadaşlarıyla sert oyunlar oynayarak çocukluğunu geçiren Morgana lise çağında eğitimi için ailesiyle Sydney’e taşınıyor. Belli bir yaşa geldiğinde evlenmesi, çoluk çocuk sahibi olması ve topluma ayak uydurması bekleniyor. Kocasıyla ne doğru dürüst sohbet edebiliyor ne de arzuladığı ölçüde şefkat görebiliyor. İkinci çocuktan sonra aralarındaki cinsellik de tamamen rafa kalkıyor. Yıllar boyunca yalnızlığı artıyor, duygularını bastırıyor, değersizleşiyor. Sonunda topluma karşı sürdürmeye çalıştığı imajı yıkarak boşanmayı başarıyor. Dul olduğu için arkadaşları onu dışlıyor, o da hayatın bittiğine inanıyor. Derken, bir jinekologla seks yaparak son kez cinselliğini yaşamaya karar veriyor ve her şey değişiyor. Hikâyesini aktaran bir porno film çekiyor.
Yazar bu müthiş (!) dönüşümü şu şekilde aktarıyor: Ömrü boyunca önce görevlerine sadık bir kız evladı, sonra iyi bir eş, iyi bir anne ve toplumun “düzgün” bir ferdi olmaya çalışmıştı. Fakat toplumun beklentilerinin onu kısıtladığını anlamıştı. Artık hürdü; bastırdığı duyguları, derin arzularını, fantezilerini, yönettiği ve başrolünde oynadığı filmlere yansıttı. Avustralya’nın feminist porno dünyasının markalarından Petra Joy‘un çevresinde yer alarak kendini sinema alanında geliştirdi. Kadının ön planda olduğu, kadının isteklerini birebir yansıtan, onları tatmine yönelik, erkeklerin kadını aşağılayamadığı bir film piyasasındaydı ve şimdiye kadar aslında zayıf kalmış bu erotik sektörün gelişmesine katkıda bulunuyordu.
Morgana, Berlin Porno Film Festivali’nde el üstünde tutulmuş, filmleri porno sektörünün dünya çapındaki festivallerinde gösterilip ödüllendirilmiş ancak kahramanımızın manik depresif doğası onu adeta bozuk bir dairenin içinde tutmuş, neyse şimdi iyiymiş ve muhafazakârları sarsmaya devam edecekmiş.
Yazı feminist porno dünyasıyla tanışmamızı amaçlıyor. Böylelikle “pornolarda bile eşit olmayan kadın ve erkeği” göreceğiz, kadınla erkeği pornoda eşitleyeceğiz. Kadını aşağılamayan aksine güçlendiren porno filmleri savunacağız. Kadının cinsel bir obje olarak kullanılmasına meydan okumuş olacağız ve porno endüstrisini besleyeceğiz. Bunları “ilericilik” adına yapıyoruz. Çünkü, pornoyu değiştirmenin tek yolu işin içine girmekmiş.
Bu tür yazı ve haberlerle pek çok “solcu” yayın organında karşılaşabilirsiniz. Çünkü feminist porno mevzusu yeni değil, aldı başını gidiyor. Pek beğenilen örnekleri var! 2009 yılında İsveç’te devletin 70 bin dolar desteğiyle 12 kısa film çekilmiş. ‘Dirty Diaries’ (Kirli Günlükler) isminde bir feminist porno filmi serisi. “Azma hakkın için mücadele et”, “İyi kız kötü kızdır”, “Olmak istediğimiz kadar edepsiziz”, “Gerçek düşmanla mücadele et” vb. isimlere sahip bu kısa filmlerde özetle şu fikir veriliyor: Cinsel imajların kendileri birer tabuysa kadın cinselliğine dair imajları değiştirmek imkansızdır. Seks teşhir eden kadınlara saldırma. Cinselliğimizi kontrol almaya çalışan cinsiyetçiliğe saldır. Gerçek düşmanın erkek iktidarıdır.
İkinci dalga feminizmin “özel olan politiktir” sloganıyla başlayan, radikal feminizmin ideologlarının şekil verdiği cinsel devrim hareketi, sitemin bütün araçları tarafından yüceltilen isyan ve “kurtuluş” formülü. Feminist pornografi bunun küçük bir pratik alanı. “ Kamusal alandaki eşitliği özel alanda da talep ediyormuş” yönüyle haklı görünen bu hareket, insana ve topluma dair temel değerleri yok sayıyor, esas savaşımı önemsizleştiriyor. Değişimin dinamiğini tepetaklak etmeye kalkıyor. Kişinin kendini gerçekleştirmesinde, üretkenliğinde, yaratıcılığında, toplumsallaşmasında en etkisiz ve değersiz şey olması için mücadele ettiğimiz cinselliği alıyor en tepeye çıkarıyor. Teşhir ederek her yerde gözümüze sokuyor.
Diğer yandan, yeni bir toplumsal model kurgulanıyor. İsveç feminist porno serisindeki “Querr Kal” başlıklı kısa film de cinsiyetsizlik ve sınırsızlık vurgusuna bakalım: Cinsiyetini istediğin gibi tanımla ve kimle istersen seviş. Cinsellik çeşitliliktir. Zaten kuir bu, LGBTİQ’nun Q’su.
Yani; biyolojik cinsiyetinin bir önemi yoktur, cinsiyetin değişkendir, ne olmak istiyorsan kendin seç, heteroseksüel düzene başkaldır, cinsel hazzın sınırı yoktur, her türlü sapkınlık hoş karşılanmalıdır.
Buradan nasıl bir toplumsal düzen ortaya çıkar? Çıkabilir mi? İnsanlık nasıl etkilenir?
İşlemeye devam edeceğiz.