Türkiye haftalardır İstanbul Sözleşmesi’ni konuşuyor. Tartışıyor diyemiyoruz çünkü küfür ve iftiralar, önyargı ve ezberler, aşırılıklar ve çarpıtmalar sağlıklı bir tartışma ortamı oluşmasını engelliyor.
Bir yanda kendini bir kesimin “önderi” ilan eden Abdurrahman Dilipak çıkıyor ve İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlara ağzımıza almaktan utandığımız yakıştırmalarda bulunuyor, ahlak ve terbiye sınırlarını aşıyor. Diğer yanda CHP Kadın Kolları Başkanı İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanları “tacizci, tecavüzcü” ilan etme çirkinliğine başvuruyor.
Dahası, savaş tamtamları çalanlar var. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Genel Sekreteri İstanbul’da yapılan bir eylemde tam olarak şunları söylüyor: “Bize savaş mı var, bu çığırtkanlığınız niye diyorlar. Savaş var savaş! Erkeklik kadınlara savaş açtı savaş! İstanbul Sözleşmesi’ne karşı savaş var savaş!” Bu çizginin kadını kurtarması mümkün değil, ancak varlığını Batı’ya armağan edebilir.
İşte bu ahval ve şerait içinde, Vatan Partisi olarak görüşlerimizi paylaştık. Çünkü milletimize, kadınlara, kendimize karşı sorumluyuz. Kadına yönelik şiddeti ve her türlü ayrımcılığı bütün temelleriyle sonlandırma kararlılığındayız. İstanbul Sözleşmesi, kadını aşağılayan ve Batı ile çürümüşlüğü paylaşacağımız bir toplumsal model dayatıyor. Tasarlanan toplumda kadına şiddeti önleme ihtimali bulunmuyor. Kadına şiddet başlığı neoliberal dayatmanın paravanı olarak kalıyor. İstanbul Sözleşmesi Türkiye’nin başına emperyalist denetçiler dikiyor. GREVİO raporunda “tavsiye edilenler” kadını Ortaçağ’ın kucağına atıyor, Cumhuriyeti dinamitliyor. Ve İstanbul Sözleşmesi büyük hukuki yenilikler getirmiyor. Kaldı ki, uluslararası birikimlerden faydalanabilmek için bile omzunun üstünde kendi başını taşımak gerekiyor. Çok konuştuk, uzatmayacağız. İstanbul Sözleşmesi ile birlikte tartışılan 6284 Sayılı Kanun’a değinmek istiyoruz.
6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 2012 yılında çıkarılmıştır. Amacı, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
Hangi ihtiyaçtan doğduğu gerekçesinde net biçimde ifade ediliyor: Aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla hazırlanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermediği görüldüğünden kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin esas ve usulleri kapsayan ve düzenleyen bu Tasarı hazırlanmıştır. 4320’nin güncellenmesi gerekliliği, Opuz-Türkiye kararı ve Ayşe Paşalı cinayetinin etkisiyle çalışılan yeni Kanun, İstanbul Sözleşmesi ile birlikte değerlendirilse de Sözleşmedeki tartışmalı maddeler, sakatlıklar Kanun’a dâhil edilmedi. Örneğin; toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet kavramları yer almıyor. İstanbul Sözleşmesi ve 6284’e ilişkin tartışmaları Av. Zühre Genişel’in kaleminden detaylı biçimde okuyacağız.
Önümüzde 6284’den vazgeçmek değil onu geliştirmek ve uygulamadaki aksaklıkları gidermek gündemi bulunuyor. Sözleşmenin getirdiği yaşam tarzına bağlı tehditlerden kadınımızı ve toplumumuzu koruyarak kendi yasalarımızı düzenlememiz mümkündür. Şeker yiyelim derken zehri yutmak zorunda değiliz. Cumhuriyet birikimimiz ve kadın hareketimizin tecrübeleri bunu başaracak güçtedir. Her şeyden önce kendimize güveniriz, “ Avrupa bizi denetlesin de geri adım atılamasın” acizliğini kabullenmiyoruz. Kadın haklarından geri adım arayanlar gözlerini Atatürk Devrimi programından vazgeçerek emperyalist ve çürümüş Batı’ya teslim olanlara çevirebilir.
EVLAT NÖBETİNDE 1 YIL
İstanbul Sözleşmesi ile başlasak da yine Diyarbakır annelerini yazacağız. Evet, yine yazacağız. Her platformda daha çok dillendireceğiz, yorulmadan anlatacağız, unutturmayacağız. Çünkü Türkiye’de kadın gündeminin başına Diyarbakır anneleri yerleşmelidir.
Diyarbakır annelerinin acısını ve mücadelesini paylaşmayanlar Türk kadınını kurtaramaz. Evlat nöbetinden herkes, bütün siyasi partiler, özellikle kadın örgütleri dersler çıkarılmalıdır:
- Terör Türk kadınının ortak sorunudur. Evladını şehit düşen anne ile evladı terör örgütü tarafından kandırılan/kaçırılan anne kucaklaşmakta ve birlikte mücadele etmektedir.
- Kadının kurtuluşu vatan mücadelesinden bağımsız değildir.
- PKK kadın, çocuk ve insanlık düşmanı bir terör örgütüdür. HDP bu bölücü ve gerici örgütün siyasi uzantısıdır, kapatılmalıdır. “Barış” “insan hakları”, “kadın hakları”, “çocuk hakları” masallarına karnımız toktur, maske düşmüştür. Diyarbakır anneleri insan haklarının nasıl savunulacağını eylemli olarak göstermektedir.
- ABD emperyalizminin, PKK’nın, HDP’nin güdümünden çıkamayan ve dahası onların programını dillendiren kadın örgütleri bizden değildir.
- Anadolu kadını cesaretiyle, erdemleriyle, vicdanıyla, gücüyle, değiştiriciliğiyle Dünya’ya örnektir.
Bizlere düşen görev ise bu eylemin başarısı için çabalamak, seslerine ses güçlerine güç katmaktır. Evlat nöbeti 3 Eylül’de birinci yılını dolduruyor. Annelerimiz destek bekliyor. Koronavirüs dayanışmamıza engel değil. Türkiye’nin dört bir yanından Diyarbakır annelerinin mücadelesini yükseltelim. Tarih bu eyleme gözünü kapayanların utancını, Diyarbakır annelerininse destanını yazacak.