TBMM 20. Dönem Başkanvekili Sayın Hasan Korkmazcan’ın sözcülüğünde Türkiye’nin her kesiminden öncülerin başlattığı “HDP Kapatılsın” kampanyası büyük ses getirdi. İmzacılar artıyor. Eski bakanlar, milletvekilleri, valiler, subaylar, profesörler, hukukçular, muhtarlar, kitle örgütü temsilcileri, şehit aileleri, Diyarbakır anneleri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu kanaat önderleri… Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na, hükümete ve Mecliste grubu bulunan siyasi partilere sorumluluklarını hatırlatıyorlar, hukuku savunuyorlar, milletin talebini iletiyorlar.
HEP BİRLİKTE AMA SEMBOLİK
Tam zamanıydı. İçişleri Bakanlığı yurt içindeki terörist sayısının 438’e düştüğünü açıkladı. Ayşenur Arslan utanadursun, Mehmetçik sınır ötesinde de destan yazıyor. Terör eziliyor. Siyasi ayağı ile mücadele şart. Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın vekillikleri düşürüldü, millet “yetmez, HDP kapatılsın” dedi. Çünkü suç bireysel değil örgütsel, parti bölücü faaliyetlerin odağı halinde. Terör yürüyüşü destek bulmadı, sözde vekillere sahip çıkılmadı, 6 milyon oy propagandası çöpe gitti. “Yürüyüş sembolik” diyerek toparlamaya çalışsalar da sloganı “Edirne’den Hakkari’ye hep birlikte” idi.
HDP telaş içinde. Açıklamaların ardı arkası kesilmiyor, eş başkanlar düzeyinde. Yöneticiler sağa sola röportaj veriyor, sosyal medyadan “şakalı komikli” videolar yayınlanıyor, “terörle arasına mesafe koyan” televizyon kanallarına “bizi de çıkarın” baskısı yapılıyor. En dikkat çekici konuşmanın ise Hüda Kaya tarafından yapıldığını belirtmeliyiz. Hüda Kaya, HDP Kapatılsın diye kampanyalar düzenlendiğini söyleyerek; “Bu insanlar isteseler dağa çıkamaz mıydı? Grubumuza soralım, ben kendime soruyorum. İsteseydik dağa gitmeye engel mi var bize? Gidip savaşamaz mıydık? Dağı tercih edemez miydik? “ diyor.
Meclis kürsüsünden bu konuşmanın yapılabiliyor olması bile, HDP Kapatılsın kampanyasının yakıcı bir ihtiyaca karşılık geldiğinin göstergesidir. Hüda Kaya, terörünün haklı gerekçelere dayandığını ifade etmektedir. PKK ile siyasi, duygusal, eylemsel bağını ortaya koymakta, itirafta bulunmaktadır. Kürdümüzü, kadınlarımızı, çocuklarımızı, öğretmenlerimizi, askerimizi, polisimizi, işçilerimizi katleden bombaları, ABD silahlarını masumlaştırmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sopa göstermektedir. Üstelik, insanları suç işlemeye teşvik etmektedir. Daha da ileri giderek; “Bu ülke bölünmüyorsa HDP sayesinde bölünmüyor” diyebilmektedir.
MİLLET İTTİFAKININ SESSİZLİĞİ
Peki, CHP ve İyi Parti nerede? En ufak bir tepki gösterdiler mi? Mesela bu sözler, her konuda bağırıp çağıran Özgür Özel’in dikkatini çekmeyi başaramamış mıdır? Ya da Lütfü Türkkan bir tivit de bunun için patlatamamış mıdır? Muhalefet partileri niçin Gazi Meclis’te terör propagandası yapılmasına göz yummuştur? “Kiminle savaşacaksınız, ne için savaşacaksınız?” diye neden soramamıştır? “Bu ülkeyi bölmeye sizin gücünüz yetmez, Mehmetçiğimiz, polisimiz aslanlar gibi savaşıyor, Türküyle Kürdüyle biriz” demekten onları alıkoyan nedir?
Cevabı basit tabi; terör partisi ile seçim ittifakı yapmak.
PKK kimini dağda görevlendiriyor kimini partide. Geriye Diyarbakır annelerinin “Fakir fukaranın çocuğu dağa, bunlar koltuklara.” çığlıkları kalıyor.
BAŞAK DEMİRTAŞ
İşte o annelerin önünde halay çekmişler. 10 yaşındaki oğlunu kaçırdıkları için Kürtçe ağıtlar yakan Remziye Annenin gözleri önünde gülüp oynamışlar. Evirip çevirmeden söyleyeyim; bizim aklımız, vicdanımız, yüreğimiz Diyarbakır anneleriyle. Çocukların dağa kaçırılmasına tek söz edemediği halde çocuk haklarını diline pelesenk eden, 10 aydır annelerin sesini duymayan, kadın katili ve insanlık düşmanı PKK ile arasına mesafe koyamayan kadın örgütleri ve aydınlar Başak Demirtaş’a destek için sıraya dizildi. Şüphesiz ki bu siyasi bir tercihtir. Dikkat edin; Diyarbakır annelerini itip kakanlar, onlara iftira atanlar, hakaret edenler, sövüp sayanlar konu Başak Demirtaş olunca duyarlılık göstermekte eksik kalmadılar.
Oysaki konu Başak Demirtaş değildir. Her gün binlerce kadının sanal ortamda ve gerçek hayatta cinsiyetçi saldırılara maruz kalmasıdır. Taciz edilmesidir, hakarete uğramasıdır, kadın olduğu için aşağılanmasıdır. Bir kadının tecavüz imasıyla tehdit edilmesi kabul edilemez, insanlık dışıdır. Bu davranışı samimiyetle mahkûm etmek gerekir. Ahlaken mahkum etmek yetmez, hukuki mekanizmalar işletilmelidir. Tehdit ve hakaret şikayete tabi suçlardır. Kadınlar korkmamalı, suç duyurusunda bulunmalıdır. Bu iğrençlik cezasız kalmamalıdır. Ancak, cinsiyetçiliğe tavır almak ile bunu malzeme yapıp siyasi çıkar sağlamak ayrı şeylerdir. Kadına yönelik ayrımcılık, her alanda yansımaları olan köklü bir sorundur. Kadını aşağılayan davranışlar toplumun bütün kesimlerinde ne yazık ki mevcuttur. Bu basit gerçeği gizlemeye çalışanların derdi ise kadın değildir. Örneğin, kendini muhafazakâr olarak tanımlayan pek çok kadına her gün küfür edilmektedir. Hem de doğrudan kendi siyasi duruşları nedeniyle. Onlara yönelik saldırı aynı kadın hassasiyetiyle karşılanmamaktadır. Hatta bu küfürleri edenlerin bir kısmı Başak Demirtaş konusunda hassasiyet gösterenlerdir. İtirazımız, bu ikiyüzlülüğedir. Zaten konunun hemen “Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden çıkarılması kampanyasına dönüşmesi de bunu gösteriyor. Sözde kadına şiddete karşı çıkıyorlar ama şiddetin zirve noktası olan teröre arka çıkıyorlar. Çok sırıtıyor.
Biz, siyasi mücadeleden tarafız. Siyasi mücadele fikirlerle yapılır. Hakaretle, küfürle değil. Hiçbir kadın cinsiyeti nedeniyle aşağılanamaz. Toplumda kadınlara yönelik saldırılara karşı oluşan tepkiyi bölücü terör örgütüne sempati yaratmak için kullanmaya çalışanları da teşhir etmek görevimizdir. Kadınlar için.
.