Search
Close this search box.

CUMHURİYETİN ÖNCÜ KADINLARINDAN HALET ÇAMBEL

Bu kadın için “Çelik gibi” sözcüğü yeterli olmayabilir. O, ‘’Halkın içinde bir büyü’ ’dür adeta. 98 yıllık yaşamında gerçekleştirdikleri ile sınırları aşan, Türk arkeolojinin annesi, onu büyüten kadın Halet ÇAMBEL.
3 Mayıs 2020
Ayşe Nilgün METİNGÜ
Vatan Partisi Yalova İl Başkanı

Yaratıcı Gücün Sahibi Kadınlar, tarih boyunca toplumsal cinsiyet rollerine göre pek çok kalıp içerisine konulmuştur. Siyasi yönden edilgen, cinsel yöndense masum kadın en ideal sayılmıştır. Ancak; Kurtuluş Savaşı süresince tüm zorluklara karşın vatan mücadelesinde gerek beden gücü, gerek emeği, gerekse silahı ile yer alan kadınlar Cumhuriyetle birlikte tamamen eril alan olan siyasetin içinde olmakla kalmayıp aldığı haklar ve kadın gücüyle yalnız erkek otoritesine meydan okumamış; aynı zamanda mülkiyete, burjuva erkeğinin servetine ve onun öneminin fiziksel göstergesine direnmiştir. İşte bu öncü kadınlar her zaman görünmezleştirilmeye çalışılan kadınlara da ışık tutmuş ve tutmaktadırlar. Tarihsel sürece baktığımızda Türk Kadını olarak pek çok “ilk ”e sahip olduğumuzun gururunu yaşıyoruz. Bugün de burada sizlere belleklerimize iyice kaydetmemiz gereken bir kadını sözcüklerle çizeceğim. Bu kadın için “Çelik gibi” sözcüğü yeterli olmayabilir. O, ‘’Halkın içinde bir büyü’ ’dür adeta. 98 yıllık yaşamında gerçekleştirdikleri ile sınırları aşan, Türk arkeolojinin annesi, onu büyüten kadın Halet ÇAMBEL.

▪Türkiye’nin ilk kadın bilim insanlarından.

▪Yine Türkiye’nin Hititler üzerine ilk uzmanlarından,

▪Hattuşaş-Boğazköy, Karatepe ve Çayönü kazılarına büyük emekler veren,

▪Karatepe’de ilk açık hava müzesi’ni ve ardından milli park oluşmasını sağlayan,

▪Türkiye’de arkeolojik sit alanında koruma ve konservasyon çalışmaları yapan ilk arkeologlardan,

▪Eşi Nail Çakırhan ile birlikte Türkiye’nin ilk koruma çatısını ve Türkiye’de ilk çıplak beton uygulamasını gerçekleştiren.

▪Güneydoğu Anadolu Ortak Araştırma Projesi’ni kuran ve Siirt’ten Urfa’ya kadar Türkiye’nin ilk kapsamlı, çok disiplinli yüzey araştırmasını gerçekleştiren.

▪İstanbul Üniversitesi’nde ilk Prehistorya Kürsüsü’nü kuran.

▪1936 Yaz Olimpiyatlarında eskrim dalında Türkiye’yi temsil ederek Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu Halet Çambel.

İLK OLMAK NASIL BİR ŞEYDİ?

O’nun Türk arkeolojisine katkıları saymakla tükenmeyecektir. Bunlardan en önemli bir tanesi de ‘’Belgeleme Yöntemleri’’ ile bu alana verdiği destektir. O’nun arşivciliği, planlı ve sistemli çalışmaları yalnızca kendi kazılarına değil, akademik çalışmaların pek çok farklı noktasına ve akademisyene esin vermiştir.Öğrencilere okul yerine sahada eğitim vermek, prehistorya eğitiminde bilimsel metodolojinin uygulanması, kazı verilerinin çevrede halen yaşayan kültürle birlikte değerlendirilmesi, doğa bilimlerinin arkeolojik araştırmaya dahil olması…Türkiye arkeolojisinde bu uygulamaların tümü onunla başlamıştı.Peki o ilk olduğunun farkında mıydı? “Aklıma bile gelmez, yapılması gereken bir iş olarak görürüm” diye yanıt verirdi.

Halet Çambel, 27 Ağustos 1916’da Berlin’de dünyaya geldi. Babası Hasan Cemil Çambel, annesi Ayşe Remziye Çambel’di. Babası Prusya Askeri Akademisi mezunu Osmanlı 1. Ordu 3.Alay’da görevliyken Berlin’de askeri ataşe olarak bulunuyordu. Hasan Cemil Çambel aynı zamanda Atatürk’ün yakın arkadaşı olup Cumhuriyet döneminde de milletvekilliği yapmış; Türk Tarih Kurumu’nun da kurucularındandır. Anne tarafından dedesi de o dönemde Osmanlı’nın Berlin Büyükelçisi, Darülfünun’un devletler hukuku müderrisi, sadrazam, eski Roma Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa’dır. Halet Çambel, geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemi açısından ‘aristokrat’ sayılabilecek bir aileden geliyordu ve o, ileride Cumhuriyet’in kızlarından olacaktı.Halet Çambel’in en az kendisi kadar başarılı iki ablası, bir de erkek kardeşi vardı. En büyük ablası Leyla Çambel hukukçu ve gazeteci, diğer ablası Perihan Çambel ise kanser araştırmacısıydı. Küçük kardeşi Bülent Çambel de mühendisti.

Çambel ailesi İsviçre ve Avusturya’da süren yaşamlarının ardından Birinci Dünya Savaşı sonrası 1924 yılında Türkiye’ye döndü. İlk öğrenimini yurt dışında tamamlayan Çambel, İstanbul Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden 1935 yılında mezun oldu ve aynı yıl içerisinde Fransa Hükümeti’nden aldığı bursla Paris Sorbonne Üniversitesi’nde arkeoloji eğitimine başladı. Ayrıca Hititçe ve eski İbranice öğrendi. İlk kazı deneyimini 1935 yılında yaşadı. Dr. Kurt Brittel’in başkanı olduğunda Alacahöyük kazısına stajyer olarak katıldı. Üniversitede arkeoloji eğitiminin yanı sıra eskrim ve binicilik ile uğraşan Çambel, 1936 yılında Atatürk’ün isteği üzerine Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte eskrim dalında Berlin Olimpiyatlarına katıldı.

1938 yılında lisans öğrenimini tamamladıktan sonra Sorbonne’da doktora yapmaya başlayan Çambel 1939 yılının yaz aylarında İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nün, Dr. Emilie Haspels baskanlğında yürüttüğü Yazılıkaya/Midas şehri kazısına katılmak üzere Türkiye’ye geldi. II. Dünya Savaşı sebebiyle Fransa’ya dönemeyince İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Helmuth Theodor Bossert’in asistanlığını yaptı.

20 yaşındaydı ve eskrim dalında katıldığı Berlin Olimpiyatları’nda Hitler ile tanışmayı, elini sıkmayı reddeden erdemli duruşunu, çok uzun yıllar sonra kültür mirasının korunması konusunda da toplumsal bilinç adına sürdürmüştü.Çambel, Hitler ile gerçekleşen iletişimini şöyle aktarmıştır: “Berlin’deki mihmandarımız, bizden Hitler’le tanışmamızı istediğinde ona, ‘Eğer buraya gelmemizi hükümetimiz istemeseydi burada olmazdık’ dedim ve bu isteklerini reddettim.”İşte bu nedenledir ki; Cumhuriyet dönemindeki kadınları öncü kadınlar olarak nitelemek daha doğru olur. Özellikle dönemin elitlerinin kızları gerçekten bir idealle vatana bağlıydılar. Değiştirmeye, dönüştürmeye yönelik bir tutkuları vardı. Kendilerine Cumhuriyet’in kızları olarak misyon biçmişlerdi.

1940’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Prof. H. Th. Bossert’in asistanı iken aynı yıl, Nazım Hikmet ile de beraber şiirler yazan, bir dönem aynı hapishaneyi paylaşan Nail Çakırhan’la evlendi.

Ailesinin başta karşı olduğu bu evlilik, Çambel’i Nazım Hikmet’in satırlarına da götürmüştü. Ünlü şair, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim başlıklı otobiyografik romanında hapishane koridorlarında hakkını arayan, aşık olduğu adamla görüşmek isteyen Çambel’den şöyle bahsetmişti: “Bağıran, genç ve güzelliği tuhaf bir kadın.Babası mebus. Kocası komünist, koyu esmer bir oğlandır (M. Melih Güneş’in ifadesiyle zaten bu, bir çırpıda anlatılması zor bir hayattı.)

KARATEPE’DE DEĞİŞEN GELECEK

İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Fransa’ya dönemeyen Çambel, 1944 yılında İstanbul Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Anadolu’da yapılan pek çok arkeolojik çalışma ve araştırmada yer alan Çambel, 1946 yılında Kayseri-Adana arasında kalan bölgedeki Hitit eserlerini incelemek için Bossert ile bilikte çıktıkları gezide Karatepe bölgesindeki kalıntılara ulaşmaları kariyerinde belirleyici oldu. Araştırma ekibi, Hitit hiyeroglifleri ve Fenike yazısının bir arada kullanıldığını görmüş ve Fenike yazısı tercüme edilebildiği için, bu keşif Hitit hiyerogliflerinin nihai çözümü olmuştur. Ekip burada beş yıl çalıştı. Çambel, Bossert’in çalışmayı krallığın başkenti olması muhtemel Misis antik kentine kaydırmak istemesine, “Karatepe’de dağınık durumdaki eserlerin birleştirilmesi gerektiği, yoksa kaybolup gideceği” gerekçesi ile karşı çıktı. Karatepe-Arslantaş Höyüğü’nde Bossert tarafından başlayan kazı çalışmalarına 1952’den sonra Çambel başkanlık etti. Bu arada Yazılıkaya/Milas şehri kazı çalışmalarını da yürüttü.Karatepe’de kalıp bu Hitit kalesini ayağa kaldırma kararı, sadece Çambel’in hayatının dönüm noktası değil, Türkiye arkeolojisinin de kilometre taşlarından biri oldu.

Halet Hoca’nın henüz 1950’lerin başında kurduğu ama kendisinden başka kimsenin inanmadığı düş, bürokrasiye ve o dönemde onu küçümseyen meslektaşlarına rağmen Türkiye’nin ilk açık hava müzesine dönüştü. Çam ormanlarının içinde, baraj gölüne dönüşmüş Ceyhan Nehri kıyısındaki bu müze yalnızca Geç Hitit krallığının anıtsal heykel ve kabartmalarının değil, arkeolojik zenginliklerin doğal çevreyle bütünlük içinde görülebileceği dünyadaki nadir örneklerdendir.

Bu nedenledir ki akademik başarıları haricinde onun asıl başarısı, arkeolojik eserleri bulundukları yerde koruma bilincini yaygınlaştırmaya çalışmasıdır çünkü arkeolojik eserler bulundukları yerden, yani bağlamlarından koparıldıklarında bilgi eksikliği oluşur. Bulunan bir antik kentin uzak çevresinin ve çevresinden geçen yolların da araştırılması, o kenti kurmuş olanların ticari ve sosyal ilişkilerine dair daha doğru bilgi edinmemizi sağlar.

ZEUGMA’DAN 40 YIL ÖNCE

1960’dan sonra 147’ler listesinde yer alarak üniversiteden ihraç edildi. Eşiyle birlikte Karatepe’de çalışmalara devam eden Çambel, 1962-1963 yıllarında Almanya’da Saarbrücken Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi’ndeki görevine döndü ve Prehistorya Kürsüsü’nü kurdu.1960’ların sonunda Ceyhan üzerine yapılması planlanan Aslantaş Barajı, Karatepe ören yerini baraj gölü içerisinde küçük bir ada haline getiriyordu. Çambel bir yıl boyunca barajın tüm mühendislik planlarını inceledi. DSİ yöneticilerine, barajın kültür varlıkları üzerindeki yanlışlarını ortaya koyan bir rapor sundu. Ve baraj kotunun, Karatepe’yi tehdit etmeyecek şekilde düşürülmesini sağladı. Çambel bugün Hasankeyf’te, Allianoi’de, Zeugma’da yapılan yanlışı, 40 yıl önceden görmüş ve engelleyebilmişti. Ama Karatepe asla tek örnek değil. Siyasilerin Türkiye’ye büyük bir prestij olarak sunduğu barajların kültür varlıklarını nasıl etkileyeceğini öngörebilmek, tıpkı bugün olduğu gibi 1960’larda da söz konusu değildi.Çambel ulusal değerlere bağlı olmasının yanı sıra, bilimin evrenselliğine inancından yola çıkarak; 1964 yılında Chicago Üniversitesi’nden Robert J. Braidwood ve eşi Linda S. Braidwood’la birlikte Ergani’de Çayönü höyüğü kazısına başladı ve Çayönü insanının mimariye çok önem verdiği bulgusu ortaya çıktı. Çambel, 1963 yılında GüneydoğuAnadolu Ortak Araştırma Projesi’ni kuran ve Siirt’ten Urfa’ya kadar Türkiye’nin ilk kapsamlı, çok disiplinli yüzey araştırmasını gerçekleştirendi. Doğu Anadolu’da, Fırat üzerine yapılacak Keban Barajı altında kalacak ve henüz araştırılmayan coğrafyaları yine Halet Çambel dert edindi. 1967’de Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü Müdürü R. J. Braidwood’la ortak çalışarak baraj alanının envanterini çıkardı. Fakat devletin bu araştırmalara ilgisi yoktu.

Çambel, kendilerinden bir yıl önce bölgenin ön etüdünü yapan ODTÜ’nün kapısını çaldı; ODTÜ yerleşkesini kurmakta olan Rektör Kemal Kurdaş’ın heyecanından yararlandı ve Keban Baraj Gölü Altında Kalacak Tarihi Eserleri Kurtarma ve Değerlendirme Komitesi aynı gün, Kurdaş’ın başkanlığında kuruldu.

Yerli ve yabancı 25 heyet, 50’nin üzerindeki tarih öncesi yerleşmede altı yıl boyunca, barajın ilk suları gelinceye dek çalıştı. Bu kültür tarihi açısından çok önemli ve değerlidir.

UYGARLIK MİRASINI HALKLA KORUMAK

Çambel, Kadirli yöresinde eşkıyaların kol gezdiği, devletin hiçbir kurumunun giremediği dönemde çam ormanlarının içinde Karatepe-Aslantaş‘ta tek başına çadır kurup yaptığı kazılarla, dağlarda ormanlar içinde at üzerinde korkusuzca bir başına yaptığı gezilerle, çevre halkının dertlerine derman olan karakteriyle Kadirli ve çevresindeki halkın arasında bir efsane olmuştu. 1960’larda Toros’un dağ köylerinde onu hiç görmemiş insanlar dahi birbirine onu anlatırdı. O dağların kraliçesi, Toroslar’ın Halet ablasıydı ve oralarda antik çağların bir kadın anası gibi büyük bir saygı görmüştü.

Halet Çambel’in hayatında parçaları toplamak, birleştirmek, bir bütün haline getirmek çok önemliydi. Berlin’den Karatepe’ye, Paris’ten Arnavutköy’e uzanan hayat yolculuğunda bu disiplin ve düzen onu hep farklı bir noktaya yükseltmişti. Belki de bu yüzden, ömrünün sonu gelmişken, kendisine başarılarının sırrını soran bir BBC muhabirine şöyle diyecekti:

“Çalışmak, çalışmak, çalışmak…”

Aslında, hayatı boyunca yalnızca bir arkeolog değil; daha da ötesinde çevreci, eğitimci, dilbilimci, öğretmen, mimar, ve etnograf gibi pek çok ünvana sahipti. O, bilime, sanata, kültüre, halka, Anadolu’ya ve tüm evrensel değerlere kendini adamış bir kadın olarak tarihimize geçti.

Halet Çambel, çok defa yurtdışına gidip gelmiş, ama kendisini Anadolu’ya adamış bir kadındı. Onun Anadolu’ya olan aşkını, belki de söylediği şu sözlerden anlayabiliriz: “Bir lahit içinde ekili bir domates bir ailenin geçim kaynağı. Bu lahiti nasıl kurtaracaksınız? Domates sorununu kolay çözemiyorsunuz tabi çünkü bir gerçekle karşı karşıyasınız. Bunun doğurduğu problemi çözmek için ülkenin sosyal problemlerini bilmek gerekir. Bu nedenle Anadolu’da yaşamak, belki daha önemlisi Anadolu’yu sevmek gerekir.”

Anadolu’daki yaşamını da şöyle dillendirirdi: “Tarihi eserlere sahip çıkılması eğitimle mümkün. Komşulara ‘Çocuklar sizden, defter kalem bizden. Çocukları gönderin, saat beşten sonra okutalım’ dedik. Çocuklar sabah beşte geldiler, ırmağa gitmemeleri için aşçımızı başlarına koyduk. Mutfağın yanına sıralar kurduk, işten sonra derse giriliyordu. Burada ayrıca geleneksel olarak kilim dokumacılığı yapılıyordu ancak doğal değil kimyasal boya kullanılıyordu. Bunlar da akıyordu.Biz dedik ki, doğal boya kullanırsanız daha iyi olur. İlk dokunan kilimi biraz yüksek fiyatla biz satın aldık. Bu sefer herkes heveslendi ve doğal boyaları kullanmaya başladı. Buraya ilk geldiğimiz yıllarda köyde doktor yoktu. Burada bir ilk yardım istasyonu kurduk. Bir arkadaş Eczacılar Birliği’nin Genel Sekreteriydi. Evvela ilaç gönderdi. Burada her türlü yara-bereye, yanığa, basit hastalıklara elimizden geldiğince yardımcı olduk. Her gün 5-6 hasta gelirdi.”

TOPRAĞIN ÜSTÜNÜ GÖREBİLMEK

Halet Çambel’in genç arkeologlara, dil bilimcilere bıraktığı en önemli miras ‘Toprağın üstünü de görebilmek’ oldu. Geçmişi anlamaya çalışırken ortaya çıkardıklarımızı, bugünle birlikte yorumlamak, bugüne ve yarına ışık tutmayı becerebilmek, bilimi halkın çıkarları için yapmak…Hasankeyf’te tarihin sular altına gömülmesine ilk karşı çıkanlar ‘Toprağın üstünü gören’ yaşam savunucularıydı. Marmaray çalışmaları sırasında ‘çanak-çömlek’ parçalarını kurtarmak için gece gündüz çalışanlar da ‘toprağın üstünü’ görenlerdi. Gökdelenleri, otoyolları, barajları yaparken doğayı ve tarihimizi yok edenlere karşı çıkanlar da ‘toprağın üstünü’ görenlerdi. (Karakaya,E.Evrensel)

Berlinde doğdu. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji ve Paris Sorbonne Üniversitesi’ni bitirdi. Puzzle gibi on binlerce parçayı birleştirerek bir Hitit şehri yarattı. Olimpiyatlara giden ilk kadın oldu.Halet Çambel, bir röportajında “Mutluluk kişisel çıkar peşinde yakalanmaz, asıl mutluluğa topluma yararlı olarak ulaşılır.” savı ile ülkeye yaptığı hizmetlerinin özünü anlatır…70 yıllık hayat arkadaşı Nail Çakırhan’ı 2008’de kaybetti. Şair ve gazeteci Çakırhan, Ağa Han ödüllü Karatepe “diplomalı” bir mimardı.

AKYAKA’DA BULUŞMA

98 yaşında Arnavutköy’deki evinde ölürken geriye anlatılması sayfalara sığmayacak bir ömür bıraktı. Çambel’e Anadolulu dostları şu sözlerle veda eder: “O sizler için bilim insanıydı, arkeologdu, eğitmendi ancak O bizim Karatepelilerin, Torosların Anasıydı.’’Halet Çambel 15 Ocak’ta Akyaka’da, eşi Nail Çakırhan yanına defnedildi.Akyaka’da yeniden buluştular. Halet Çambel-Nail Çakırhan çifti “Acı Badem Şekeri” gibi geçen yalın, alçak gönüllü, öncü, topluma kazandırıcı yaşam felsefesine sahiplerdi.

VE …ARDINDAN

Halet Çambel ve Nail Çakırhan, İstanbul’daki birlikte yaşadıkları Erguvan, sakız ve defneyle sarılı sekiz dönüm bahçeye sahip kırmızı yalıyı içindekilerle birlikte Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Merkezi olarak kullanılması koşuluyla 2004 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışlamışlardı. Ölümlerinden sonra da olsa bu merkezin kuruluşu 23 Kasım 2014’te gerçekleşebildi.Gündüz Vassaf, ölümünün ardından Radikal’de kaleme aldığı yazıda Çambel’i şöyle anlatıyor:“Halet Hanım’ın dünya kültürüne katkısı arkeolojik çalışmalarından öte, kazılarında keşfettiği uygarlıkların mirasına çevre halklarını, köylerini de ortak etmesi. Anadolu topraklarının örttüğü tarihi, günümüzde ülkeyi zenginleştirmek adına çimento fabrikaları kurmak isteyenlere karşı, onlarla birlikte sahiplenerek korumasıdır.”

Vassaf’ın sözlerinin karşılığını, uygarlık tarihi, ören yeri, korumacılık, etnografya, doğa, bilim ve yöre insanının yaşamını bir bütün halinde sunan Karatepe’de görmek mümkündür.Uygarlık mirasını halkla koruma Karatepe Kilim Kooperatifi Başkanı Cengiz Cafri’nin, Fen Edebiyat Fakültesi’ndeki törende Osmaniye şivesiyle haykırışına ise şöyle yansıyor:“Siz üniversitede onu profesör olarak biliyorsunuz. Biz onu Karatepe’nin anası olarak tanıyoruz. Bıraktıklarını koruyacağız Ana!”

2011 yılında kaleme aldığı bir yazıya “Halet Çambel’i anlatmak zordur.” diye başlayan Yaşar Kemal, onu şu sözlerle anlatıyor :‘’ Halet büyük bir ailedendi. Soyunda sadrazamlar vardı. Avrupa’da okumuştu da, İstanbul dilini de en güzel konuşanlardandı. Birkaç zaman sonra bir baktım Halet’in dili değişmiş, Halet Toros, Çukurova diliyle konuşuyordu. Sanki Torosların bir köyünde doğmuş büyümüş. Bir de baktım ki Halet bütün köylülerin Halet ablası olmuş. Durumu bozulan, başı belada olan kadınlar geliyorlar. O bölgenin en iyi insanı, en güvenilen insanı, en sevilen insanı. Arkeolojide hep toprak altına bakıyorlar. Bunun bir de üstü var. Genellikle arkeologlar toprakların üstünü görmüyorlar. Halet toprağın üstünü bir insanın gücü yettiği kadar öğrendi, sevdi. Dünyayı anlamak, sevmek nasıl olmalıdır, öğrenmek isteyene onu da öğretti.’’“Yer altını güne çıkarmak Halet’in büyük hüneriydi. Yer üstündeki insanlar da ondan yepyeni bir dünya öğreniyordu. Okuldan kaçan, gönderilmeyen kızları okula gönderiyordu. Halkın içinde o bir büyüydü.”

Vali İsa Küçük de yazdığı “Halet Abla Destanı” kitabında; Çukurova’nın doğusunda, Torosların içinde 2800 yüzyıllık insan hayatının yalnızlığı, hüznü, acısı, mutluluğu ve umudunu bugün de sürdüren bir ömrün öyküsüdür. Görev yaptığım yıllarda adını bir okula vermiş, Prof.Dr. Halet Çambel yazmıştık. Bana ‘Bu isim çok uzun olmuş, yörede dendiği gibi neden Halet Abla yazmadınız?’ demişti. İşte bu destan o zaman veremediğim cevaptır” diyor.

”Türkiye arkeolojisinde birçok kavramı ilk kez o dile getirdi. Ama o kadar mütevazıydı ki öğrenciliğimizde onu sıradan biri sanırdık.” Halet Çambel, mütevazı olduğu kadar çok yönlü bir insandı. O günü değil, geleceği kurtarma düşüncesini Çambel’in genç zihinlere nasıl usul usul sokardı. Çünkü alışılmışın çok ötesindeki donanımını, sahip olduğu tüm imkânları bu sıradanlığı yaşamakta kullanmıştı. İçecek suyu bile at sırtında taşıdığı Toroslar’ı, Atatürk ve İnönü’nün yakınındaki seçkin aile yaşantısına, Karatepe’de kurduğu çadırı, İstanbul Boğazı’ndaki yalıya tercih eden bir insan…O öğrencilerine: “Siz okuma yazma biliyorsunuz. Bütün bilgi kitaplarda vardır. Ben size yarın değişecek olan bilgiyi belletmekle yükümlü değilim. Ben size bu bilgiyi nasıl öğreneceğinizi ve nasıl kullanacağınızı öğretirim’’ derdi.

Çambel, akademik dünyanın farklı alanlarında yaratıcı öngörüsü, uygulamadaki başarıları ile öne çıkmıştır; arkeolog, korumacı, çevreci, eğitmen, dilbilimci, mimar, planlamacı, etnograf, düşünür gibi farklı bilimsel kimlikler ile tanınır. Türk akademik ortamında uluslararası açılımların simgesi olarak ünlenmiştir.Başka bir açıdan bakıldığında ise Çambel sporcu, köycülük önderi, köy öğretmenidir. Karatepe Dağları’nın “Halet Bacısı”sıdır. Bizler için ise Halet Hocamızdı. Bu nedenle Halet Çambel’i Karatepe Aslantaş’ın hafiri, bir arkeolog olarak tanımlamak, O’nun bu uzun ve renkli yaşantısını sığlaştırmak olacaktır.

Çambel her şeyin ötesinde Cumhuriyet’in ilkelerine, çağdaşlaşmaya yürekten inanmış bir aydındı, tüm yaşamını da bu ilkelere göre düzenlemişti. İş’i görev olarak bilmiş, bu nedenle yaptıkları ve başardıkları ile hiçbir zaman övünmemişti. Yeni kurulan dünya ile bütünleşmeye ve çağı yakalamaya çalışan Cumhuriyet’e katkıda bulunmayı, zaten yapması gereken bir görev olarak gördüğünden Çambel bunları hiçbir zaman dile getirmemiştir.Her türlü zorluğa karşı durmayı ve bürokratik engelleri aşmayı ve yapılmasına gerekli olduğuna inandığı şeyleri yapmayı sıradan bir işmiş gibi sürdürmüştür. Bu nedenle yaklaşık 50 yıl boyunca öğrencisi olmakla övündüğüm Halet Çambel’i, öğrencilik yıllarımızda herhangi bir üniversite hocası olarak görmüştük.Yaptığı işlerin ne denli önemli ve büyük olduğu, zaman geçtikçe ortaya çıkmış; 1950’li yıllarda çalışmalarına esas olarak aldığı ilkeler, ancak 1980’lerden sonra, önce Dünya’da daha sonra da ülkemizde kabul görmüş ve esas olarak alınmıştır.Ne var ki Çambel hiçbir zaman ilkelerini sloganlaştırmamış, süslü ve güzel terimlerle değil, herkesin anlayacağı sıradanmış gibi gelen söylemlerle hayata geçirmiştir. Bunların arasında;

• Kültür varlıklarının yerinde, doğal çevre ortamı ile birlikte korunması – “kültürel peyzaj”

• Kültür varlıklarının orta ve uzun erimli bölge planlaması ile bütünleşmesi

• Kültür varlıklarının, çevresinde yaşayanlara karşın değil, onlarla birlikte yaşayanlar ile korunması

• Kültür varlıklarının yalnızca seyirlik olmaması, toplumun sosyal ve ekonomik zenginliğine katkıda bulunması

• Sürdürülebilirlik

• Farkındalık yaratmak

• Restorasyonu gösterişe dayalı bir sahtecilik olarak değil 1964 Venedik Tüzüğü’nde tanımlanan anastylosis (orijinaline en yakın haliyle) düzeyinde tutması

• Bilimsel yayında “acelecilik değil titizlik ve doğruluk”gibi birçok ilki örnek olarak sayabiliriz.”

ANIMSAMAK VE ONUR DUYMAK ADINA!

Halet Çambel’in hayatının her sayfası, bizler için bugün unuttuğumuz ya da hayatımızdan çıkardığımız bir kayıp değerler haritası gibi. Belki de bu yüzden yeniden, defalarca, farklı yönleriyle anlatılması gerekiyor.Zira Cumhuriyet’in ilanından yedi yıl önce dünyaya gelen Halet Çambel gerçekten de büyük bir hayat yaşadı, Nazım Hikmet’ten Yaşar Kemal’e birçok yazara ilham verdi, yaptıklarıyla binlerce hayatı iyi yönde etkiledi ve hep Atatürk değerlerine bağlı kaldı. O, 20. yüzyılın birçok büyük kahramanına doğumundan itibaren yakındı ve ‘Aşırılıklar Çağı’nın bir noktasında kendisi de bütün mütevazılığıyla birlikte bir kahramana dönüşmüştü. Ama en çok da yolun başında, daha 20 yaşındayken kime “Hayır” diyeceğini bilmişti. Gerisi, tarih.

BİZ KADINLAR, önümüzdeki bu değerli öncüleri görüp yaşantımızda asla umutsuzluğa yer vermeyeceğiz. Kültürümüzü sürdürebilmek, soyumuzu da sürdürmemizi sağlar. Üretmeye, geçmişimizi iyi görüp geleceğimizi planlamaya mecburuz. Şimdi ne yapıyorsak, bir kez daha geleceksek bu dünyaya yine aynı şeyleri yapacağımızdan emin olarak yapmaya mecburuz. Geleceğe bakarken geçmişimizle de yüzleşip ders çıkaracağız. Aydınlık şafaklar için ‘’Öncü Kadın’’ el ele, omuz omuza…