Her hareket belirli taleplere dayanır. Bu talepler toplumsal pratik içinde sınanır. Yani her hareketin bir hedefi vardır. Hedefinizi doğru saptayamazsanız savrulursunuz. Erkeklerin yarısı kadar maaş aldıkları için kadınlar ‘eşit işe eşit ücret’ dediler. 1900lerin başında İngiltere’de ‘kadınlara oy hakkı’ diye haykıran sufrajetlerin talepleri netti, dolayısıyla hedefleri de. Bu sebeple, her yolu denedikten sonra başvurdukları radikal eylemler kitlelerce desteklendi. Canları pahasına verdiler eşitlik mücadelesini. 1900lerin ortalarına doğru neredeyse tüm ülkelerde kadınlar oy hakkını kazandı.
Günümüzde kadın mücadelesinin taleplerini ve dayanak noktalarını tespit etmek ihtiyacını hissediyoruz. İçinde bulunduğumuz koşulları inceleyip rotamızı belirlemek görevi önümüzde duruyor.
Gazetelerin üçüncü sayfalarından okuyoruz her gün tecavüz haberlerini. Ölümlerin en kötüsünü yaşıyor kadınımız; kesilerek, yakılarak, diri diri gömülerek. İnsana düşman bu sistemle topyekün savaşmayı mı tercih edeceğiz yoksa Cansel’in katilini ifşa etmekle mi yetineceğiz?
Şık giyinenler, kravat takanlar, hanımlı beyli konuşanların mahkemelerimizde aldığı iyi hal indirimleri öfkemizi arttırıyorsa hukuki yaptırımların arttırılması, adaletin tecellisi en haklı taleplerimizden biri olamayacak mı?
9 yaşındaki kız çocukları dedesi yaşındakilere satılırken ortaçağ ilişkilerini kökünden kazımaya yemin etmeyecek miyiz?
Evde, okulda, işte, sokakta, laboratuarda, mecliste yeteri kadar söz sahibi olamadığımızı, ezildiğimizi hissediyorsak; dillere bile yerleştiyse erk’in erkekte olduğu, ‘kadın insan mıdır’ soruları sorulabiliyorsa dünyanın herhangi bir yerinde… Kadın-erkek eşitliği diye bağırmayacak mıyız?
Sabah, öğle, akşam kuşağında yayınlanan evlilik, moda, güzellik, yemek programları esir alıyorsa milyonları, neoliberalizme tek kelime laf etmeyecek miyiz? Yoksa ‘sana ne’ler, ‘benim vücudum benim kararım’lar yeterli diyerek gözümüzü mü kapatacağız?
Irak’ın, Suriye’nin, Türkiye’nin, Filistin’in bağımsızlığına kast edenler tam karşımızda dururken savaşmayacak mıyız? Irak’ta tecavüze uğrayan kadınların çığlığını duymayacak mıyız? Yoksa emperyalizmin sömürüsü altındaki ülkelerde kadınların özgürlük mücadelesini tek başına mı yürütebileceğimiz hayaliyle yaşamaya devam mı edeceğiz?
Bütün bunları sormamızın bir sebebi var. Tüm yurtta kadınlar ayağa kalktı, 8 Mart yürüyüşleri düzenlendi, ilgiyle takip ettik. Birçoğu eşitlik, adalet, yaşam hakkı talep etti. Cumhuriyet devrimine sahip çıktı, gericiliği yenme kararlılığı gösterdi. Kadına, doğaya, insana düşman çürümüş sisteme meydan okudu. Kadına yönelik her türlü şiddete, tacize, tecavüze karşı çıktı. Kadını metalaştıranlara, cinsellik üzerinden tanımlayanlara itiraz etti. Bazı yürüyüşlerde ise kadınlar adına yürüyenler ne yazık ki kadını cinselliğini sergilemekte ısrar etti. Toplumsal çürümeyi eleştirirken çürümüşlüğün örneklerini sergiledi.
Dün gece İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen ‘Feminist Gece Yürüyüşü”nün dövizlerine şöyle bir göz atalım:
-Haftada en az 3 orgazm
-Susma haykır meme uçları vardır
-Ağdayı baban yapsın biz özsavunma yapıyoruz
-Lilith’in sürtükleriyiz
-Namus mu? Kirletmeden duramam
Bu sloganlar, 8 Mart’a anlam veren dokuma işçisi kadınların özlemini kurduğu dünyadan izler taşıyor mu?
Doğayı ve toprağını savunan, yedi düveli dize getiren Çamlıhemşinli Havva Ana bu sloganların arkasından yürüyebilir mi ?
Gezide TOMAlara göğüs geren kadınlar cesaretini ‘meme ucundan’ mı alıyordu ?
Tekel’de, Tariş’te, Reno’da namuslu ve onurlu bir yaşam için emeğine sahip çıkan kadınlara bu sloganlar bir şey ifade ediyor mu?
Bu sloganlardan bir tanesi bile gencecik yavrusunu vatan için şehit veren anaların yüreğine su serpiyor mu ?
Hayatın her alanında var olma mücadelesi veren ve gericilikle savaşan kadın öğretmenler, doktorlar, avukatlar, sanatçılar, siyasetçiler bu sloganlarda kendinden bir şey bulabilir mi?
Ya da bu sloganlar Özgecan’ın, Cansu’nun, Münevver’in, Cansel’in katilini yaratan bu çürümüş sistemi yıkma iddiası taşıyor mu ?
Eğer bu sorulara cevabınız hayır ise sizin mücadeleniz bu kadınları kapsamıyor demektir. Kadın mücadelesini cinsiyetçi ve ayrılıkçı siyasetlere sıkıştırmaktan vazgeçmenin vaktidir.