Yüksek dolabın üzerindeki kutulara uzanan kadının başına son hamlede sert bir cisim düşer. Bir yandan acıyan kafasını ovuştururken bir yandan da söylenir: “Ne kadar da sararmış. Rengi değişmiş.”
Beyazdan sarıya dönüşen bir eski gelin ayakkabısı… Eski resimler gibi ayakkabılar da sararırmış demek? Belki üzerindeki nazara ve umuda bu kadar dayanabilmiştir kimbilir? Bir başlangıç, yeni bir hayat, belki özlem, belki mecburiyete boyun eğmiş ve adeta geri geri giden gelin ayakkabıları. Altına yazılan istekli listesinin ağır yükünü de hep taban çeker. Hangilerini yar’e kavuşturur ona kalmıştır artık. Çiftetelliyle geçtiği yol, ayakkabının ulvi görevini nikah masasında sonlandırır.. da… Benden bu kadar der. Ölüm var kalım var. Ayrılık var. Ayağınızı denk alın! Her beyaz sayfa temiz mi kalır? İnsan denen yaratık çocukluktan sonra kirlenmez mi esas? Ama temizlenmek de kirlenmeyi bekler elbet.
İlk adımla başlayan minik ayakkabının serüveni en güzeli, en naifidir. Arabasının aynasına bile astırır kimilerine. Yalnızca bir ayakkabı olarak kalmayacaktır artık. Bazen statü belirleyici oluverir bazı yerde. Oysa ki statüye falan bakmaz son kertede. Adettendir. Hayat yolu bitince ilk kapıya konan yine ayakkabı olur.
Ayağında kundura yar gelir dura dura… Kundurama kum doldu atmaya kürek gerek… Diye şenlendiysen hayatı yürüyerek eyvallah… İyi de tabanı yırtık ayakkabının yarenliğinden kurtulamayan garibin ne neşesi ola ki?
Bazen bir politikacının kafasına uçarcasına çıkar gider ayaktan isyanla! Sokakta kendini koruyan kadının da en büyük silahıdır, aynı isyanın ayakkabısı. İşsizin yoldaki taşlardan hıncını çıkarttığı da aynı model isyan ayakkabısı.
Ara sıra çıplak basmalıdır da toğrağa taşa kuma… Nereden geldim nerelere gideceğim diyesi.
Ve, bir küçük çocuk kalbini sıkmaz mı ayakkabısız yürümenin verdiği acıyı yaşatan, o yırtık ayakkabılar?