Mustafa Kemal Paşa, 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde CHP İkinci Kurultayında okuduğu Nutuk’ta 19 Mayıs 1919 gününün manzara-i umumiyesini aktardıktan sonra şöyle devam devam ediyordu: “Şimdi, efendiler, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar altında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi?”
İngiltere korumasını istemek, Amerika mandasını istemek ve bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmak üzere üç türlü karar ortaya atıldığını ve hiçbirinde isabet görmediğini söyleyerek hedefini açıkladı: “Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayalı, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şuydu:
“Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık olamaz… Hâlbuki Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır!…Dolayısıyla, ya istiklal ya ölüm!”
Mustafa Kemal Paşa, daha ilk adımında millet egemenliğine dayalı bağımsız bir Türk devleti kurma kararındaydı. Anadolu’da uygulanan karar buydu. Parolası ise, ya istiklal ya ölüm. Bütün adımlar 23 Nisan’ın devrimci meclisi ve devrimci hükümeti için atılıyordu. Havza Genelgesi ile; işgali sindirmenin mümkün olmadığı ifade ediliyor, Anadolu heyecanlı ve büyük mitinglere çağrılıyor, milli mücadele ateşleniyordu. Amasya Genelgesi’nde, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” denilerek milletin kendi geleceğini tayin etme gücüne dikkat çekiliyordu. Milli birlik ve bütünlüğün vurgulandığı, vatanı savunma kararlılığının duyurulduğu Erzurum ve Sivas Kongrelerinin sonucu netti: Kuva-yi Milliye’yi etkin ve milli iradeyi hâkim kılmak esastır! Sivas Kongresi sonrası çıkarılan gazetenin ismi İrade-i Milliye, Milli Mücadelenin yayın organının ismi Hâkimiyet-i Milliye idi…Erzurum ve Sivas Kongrelerinde esası şekillenen ve İstanbul’da kabul edilen Misakı Milli kararları ile vatanın bölünmez bütünlüğü ve istiklal hedefi ilan edildi. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali üzerine M. Kemal “olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin” Ankara’da toplanması kararını aldı ve 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldı.
Mecliste yoğunlaşan milli irade doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koymalıydı, Meclisin üstünde bir güç yoktu, geçici bir hükümet başkanı tanımak veya bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildi, hükümet kurulması zorunluydu. M. Kemal 23 Nisanla oluşturulan yönetimin adını Nutuk’ta koyuyordu : “Efendiler, bu ilkelere dayanan bir hükûmetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükûmet, millî hakimiyet temeline dayanan halk hükûmetidir. Cumhuriyet’tir.”
Meclisin açılması ve Anadolu’da milli bir hükümetin kurulması, Türk milletinin maddi ve manevi bütün gücünün seferber edilmesini sağlayarak İstiklal Savaşını zafere götürdü. Büyük Taarruz’un emri TBMM ordularına veriliyordu.
YENİDEN ATATÜRK ROTASINDA
İkinci İstiklal Savaşı koşullarında 23 Nisan’ın 100. yılını karşılıyoruz. Türk Devriminin 100.yılında yeniden Atatürk’ün rotasındayız. 23 Nisan’a büyük bir coşkuyla ve umutla giriyoruz.
Salgın nedeniyle meydanlarda kutlama yapamayacağız. Ancak, Meclis Başkanımız Mustafa Şentop’un çağrısıyla bayram coşkusunu evlere taşıyacağız. Saat 21.00’de, balkonlarımızdan, emperyalizme karşı zaferimizin marşını, milli egemenlik marşımızı, devrim marşımızı, İstiklal Marşımızı en gür sesimizle ve hep birlikte okuyacağız. Atatürk’ün her adımında koruduğu ve pekiştirdiği milli birlik ruhumuzu ayağa kaldıracağız.
NE BİÇİM MUHALEFET
Milli birlik ruhunu paylaşmayanlar Tekâlifi Milliye’ye burun kıvırmıştı, sıra İstiklal Marşı’nda. Sözcü yazarı Emin Çölaşan 9 Nisan tarihli “Ne biçim kutlama” başlıklı yazısında “çok önemli bir bayramın kutlaması nasıl evlerde yapılabilir” diye soruyor ve 23 Nisan çağrısını rağbet görmeyecek, zorlama bir öneri hatta siyasi şov olarak nitelendiriyor. Bazı ailelerin eline önceden bayrak verilecekmiş, yandaş televizyon kanalları evlerinin önüne gidecekmiş, verilen bir işaretle İstiklal Marşı okunacakmış, bu şov emir kulu yandaş kanallarda canlı yayınlanacakmış. Sayın Çölaşan Türk milletini tanımıyor. O gün 83 milyon tek yürek olacak. Koronavirüs, coşkumuzu engelleyemeyecek. Evlerden hep birlikte yapabileceğimiz en anlamlı eylemi yapacağız ve İstiklal Marşımızı okuyacağız. Emin Bey İstiklal Marşı okuyacak olanlara böylesine kin kustuğuna göre kendisinin okumayacağını zannediyoruz. Herkes “zorunlu” olarak evdeyken Emin Çölaşan’ın dışarıya dair bir önerisi var mı? O da yok. Ne diyelim! 23 Nisan’ın önemini halka anlatan dizilerden, belgesellerden, yıl boyu sürecek etkinliklerden de haberi yok. Olsun varsın, maksat muhalefet!
Konu Çölaşan’la sınırlı değil. Aynı çevreden cılız sesler duyuluyor. TBMM Başkanı’nın çağrısına alternatif yollar dillendiriliyor. İstiklal Marşı’na muhalefet ederek ne olunur bilemeyiz ama Atatürkçü olunamayacağı kesin. Bugün Atatürkçü olmak en ateşli biçimde milli birliği savunmaktır. Bozgunculuk yapmak değil. Bugün Atatürkçü olmak tek dişi kalmış canavara meydan okumaktır. O canavara tapmak değil. Bugün Atatürkçü olmak, bu cennet vatana ve insanına sarılmaktır. Onlara siyasi şov malzemesi cahiller muamelesi yapmak değil.